NE ZAMAN Kİ …
Ne zaman ki birilerini ikna etmeye çabalıyoruz, ikna olmayan bizizdir aslında…
Emin olduğumuz, güven duyduğumuz, kararlılık taşıdığımız durumlarda başkalarının düşünceleri üzerinde çok durmayız, bizim gibi düşünmelerini, hissetmelerini beklemeyiz. Karşımızdakine ısrarla fikrimizi kabul ettirmeye çabaladığımız zamanlarda kendimize sesleniyoruz.
Ne zaman ki çıkarlar devreye giriyor, iyinin kötünün savaşı başlıyor. Hangisi kazanıyor sizce? Ahlaki, vicdani, insani değerler hangi durumlarda ters düz olabiliyor? Paulo Coelho’nun Şeytan ve Genç Kadın adlı romanında iyi ile kötünün savaşı sıra dışı bir kurguyla dile
getirilmiştir. Günün birinde küçük ve yoksul bir kasabaya bir yabancı gelir. 7 gün içerisinde birisini öldürmeleri karşılığında yüklü bir miktarda altın vereceğini söyler. Yabancı yaşadığı acı bir deneyimin ardından iyi’ye olan inancını yitirmiştir, kötünün galibiyetini kanıtlamak adına bu kasabayı seçer. Bu tekliften sonra halk tamamen değişir.
Yoksul bir kasabanın zenginliğe kavuşmasının bedeli yaşlı bir kadının öldürülmesi ise kimler bu duruma karşı çıkar?
Ailesinin karnını doyurmak için hırsızlık yapmaktan başka çare bulamayan biri haklı gösterilebilir mi?
Hepimizin içinde bir karanlık yan mevcut, iyi ile kötü, güzel ile çirkin, zayıf ile güçlü bir arada yaşıyor. Hangisinin ne gibi durumlarda diğerini bastırdığını gözlemek kendimize bir adım daha yaklaştırıyor.
Ne zaman ki korkularımızla yüzleşme cesaretini gösterebiliyoruz, onların zihnin birer oyunu olduğunu fark ediyoruz. Giderek azalıyor korkularımız… Neler en çok korkutur bizleri?
Sevdiklerimizi kaybetmek, topluluk karşısına çıkmak, işini kaybetmek, uçağa binmek… Kimi zaman bu korkular geçmişin bir uzantısı oluyor. Aynı sonucu yaşamamak adına benzer bir deneyimden uzak tutuyoruz kendimizi. Bu şekilde koşullanmak ve bir korkunun tutsağı olarak yaşamak, özgürlüğümüzü sınırlamak gibi… Çoğu zaman da bilinmezlikler korkutuyor bizleri… Karanlığın bu duyguyu uyandırması da her şeyi açık seçik görememekten, algılayamamaktan doğuyor. Elbette ki hiçbir şeyden korku duymamak olası değil, ancak bu korkuların bizi engellemesine, aşağı çekmesine karşı koymak elimizde olabilir.
Ne zaman ki başkalarının düşüncesine göre hareket etmiyoruz, daha özgürüz aslında… Sorularımız değişmeye başlıyor. ‘ Nasıl görünüyorum’a değil ‘ne görüyorum’a odaklanmaya başlıyoruz. Sosyal çevrenin bize biçtiği rollerden sıyrılıp, ne zaman hangi rolü üstlenmek istediğimize kendimiz karar veriyoruz.
Bir düşünün ne çok etiketleniyoruz doğduğumuzdan beri… O hiç girişken değildir, o kendi ayakları üzerinde duramaz, onun sesi berbat, o çok aklı başında, kibar biridir gibi bizi belli bir kalıba sokan tanımlamalar… Aslında hepimizin içinde her şeyi olabilme potansiyeli var.
Yeter ki kendimizi özgür bırakalım!
Ne zaman ki bazı şeyler istediğimiz gibi gitmiyor, en kolayı başkasını suçlamak oluyor. Kendimize karşı dürüst olduğumuzda ne olursa olsun sorumluluğu elimizde tutuyoruz. Ne yaşıyorsak kaynağı biziz aslında… Olumsuzluklar karşısında gerçekçi davranmayıp sorunları dış etkenlere veya kişilere dayandırdığımızda sadece kendimizi kandırmış oluyoruz.
YAŞAM NOTLARI
HAKLI MI MUTLU MU?
Çoğu zaman haklı olmak uğruna mutluluğumuzdan vazgeçebiliyoruz. O an için kendimizi bir savaşta galip gelmişiz gibi hissediyoruz. Oysaki her galibiyet bir kazanım mıdır?
Galip gelmek bir başkasının kaybetmesiyle mümkündür!
İş, arkadaşlık veya özel ilişkilerimizde iki tarafın da kazanmadığı durumlarda gerçek bir kazanımdan söz edebilir miyiz?
Birinci olmak, en başarılı, en güzel, en önde olmak adına neleri yıkıp geçebiliyoruz? En sevdiklerimizi sırf haklılığımızı kanıtlamak için incitebiliyor, en güzel anları sırf bu yüzden mahvedebiliyoruz.
Ne olur haksız olsak ya da o an için yenilmiş olsak?
Hırslarımız, tutkularımız, başarı arzumuz gözümüzü kör edebiliyor.
Hepimiz benzer örneklerle karşılaşmış ya da kendimiz yaşamışızdır. Ne çok kullanmayı severiz şu sözleri: ‘ben sana demedim mi, yine haklı çıktım, sen hep böylesin zaten’ gibi yargılayıcı ve yapıcı olmayan ifadeler… Kısa bir süre için belki ego zaferinin tadını çıkartır ancak en sonunda elimizde ne kalır?
Kavgayla sonlanan tartışmalar, küs geçirilen zamanlar, gergin anlar ve yıpranmış ilişkiler… Kendi adıma haksız çıkmayı temenni ettiğim birçok olayla karşı karşıya kalmışımdır.
Gerçekte istediğimiz nedir?
Haklı mı mutlu mu olmak? Galip gelmek mi yoksa kazanmak mı?
KÜÇÜK KARASİNEK
Geçen sabah bir önceki gecenin uykusuzluğunu telafi etmeye çalışırken küçük bir karasinek beni bir türlü uyutmuyordu. Ben ise üzerime kondukça onu uzaklaştırıp, uyumaya çabalıyordum. O an sımsıcak yatağımdan kalkmamak için sineği odadan çıkarmak yerine elimle tekrar tekrar kovuyordum… Tıpkı kafamızda bizi sürekli kemiren, meşgul eden düşünceler gibi… Ne yaparız genellikle? Rahatımızı bozmamak, keyfimizi kaçırmamak adına onları rafa kaldırırız, düşünmemeye çalışırız, sorun yokmuş gibi davranırız. Ya da bazen üstlerini örteriz, bastırırız onları. Zaman zaman bir sinek gibi kafamızın içinde vızıldamasına izin veririz.
Ben diyorum ki kulak vermeli o sese, bir şeyler anlatmaya çalışıyor bize… Belki başta zorlayacak, duymak istemediğimiz şeyleri söyleyecek ,ne de olsa bunca sene alışmışız onları ötelemeye… Yıllarca taşıdığımız korkularımız, öfkelerimiz, güvensizliklerimiz dökülecek birer birer… Her daim kafamızı kurcalayan düğüm olmuş sorunlar çözülecek teker teker…
Ardından çok daha huzurlu, mutlu, sağlıklı bir yaşamın kapısını aralayacağız.
Yeter ki sımsıcak yatağımızdan çıkmayı göze alalım!