-Biliyor musun, son zamanlarda beni en etkileyen romanlardan biri Irvin Yalom’un Spinoza Problemi oldu.
-Evet, ben de birkaç kitabını okumuştum, özellikle Nietzche Ağladığında unutamadığım bir kitaptır.Henüz bu sözünü ettiğin romanını okuma fırsatı bulamadım, seni bu kadar etkilediğine göre okunmaya değerdir diye düşünüyorum.
-Geçen gün kitap kulübümüzde de bu romanı konuştuk, nerdeyse yazılan her cümle ayrı bir tartışma konusu… İstersen, seninle de paylaşmak ve sözü edilen konulardaki fikrini almak isterim.
-Çok sevinirim, okuduklarımızla ilgili yaptığımız sohbetlerden ne denli keyif aldığımı bilirsin. Merak ediyorum, neydi seni bu kadar etkileyen?
-Öncellike bu roman Spinoza felsefesi hakkında oldukça bilgilendirici ve bu filozofun bakış açısı da son derece düşündürücü. Yazar da bu fikirleri bir roman kurgusu içinde harmanlamakta bir hayli başarılı. Bir solukta okunmasına rağmen defalarca geri dönüp altını çizdiklerimi gözden geçirdim.
-Merak uyandırmakta üstüne yok doğrusu, okumayı bekleyemeyeceğim sanırım, Spinoza’dan söz etsene biraz.
-Spinoza yaşadığı dönemde içinde bulunduğu Yahudi cemaatinin katı kurallarına rağmen din ve Tanrı kavramı üzerine düşüncelerini cesaretle açıklamış ve 24 yaşında Amsterdam’daki Yahudi cemaati tarafından aforoz edilmiş, o dine mensup insanlarla konuşması yasaklanmıştı.
-Bir topluluğu karşısına alacak kadar aykırı olan düşünceleri nelerdi?
-Tanrı’nın insanı kendi suretinden değil, insanın Tanrı’yı kendi suretinden yarattığını söyleyebilecek kadar ileri gitmiş ve şöyle dile getirmiş: ‘Kutsal kitaptaki söz ve fikirlerin, Tanrı’ya benzediklerini hayal eden veya arzu eden insanların ürünü olduğunu söylüyorum’.
Doğa üstü şeylerin varlığını reddederek ,mucizevi kehanetlerin peygamberlerin hayal ürünü olduğunu öne sürmüş. Kitapta geçen şu cümleyi de aynen aktarıyorum: ‘Biz daha çok bildikçe sadece Tanrı’nın bildiği şeylerin azalacağına inanıyorum. Ne kadar cahil olursak Tanrı’ya o kadar şey atfediyoruz’
-Peki, Spinoza’nın Tanrı inancı yok muydu yani ateist miydi?
-Tanrı’yı doğa ve evren ile eşdeğer gören Panteist görüşün savunucularından aslında. Geleneksel dinleri eleştirip evrensel bir akıl dininden söz ediyor. ‘Gerçek dindarlık adalet, hayırseverlik ve insanın komşusunu sevmesinden ibarettir’ diyerek korkunun değil sevginin hüküm sürdüğü bir anlayışı benimsiyor.
-Sen anlatırken ne düşünüyorum biliyor musun? Bir tarafta 1600lü yıllarda aklının almadığı inançları, tabuları sorgulayan, bağnazlığa karşı gelen Spinoza örneği duruyor. Diğer tarafta günümüzde hala benzer konuları sorgulamaya cesaret edemeyen insanlar... Geçmişten gelen aynı ritüelleri, gelenekleri, dinsel uygulamaları yerine getirmeye devam ediyorlar. Bana kalırsa yüzyıllar geçse de insanlar neyi neden yaptıklarını irdelemedikleri, aklın süzgecinden geçirmedikleri sürece korkunun gölgesinde kalmayı sürdürecekler.
-Kitabi okurken seninle benzer düşüncelere ben de kapıldım. İnanç ve bilgi! Bir araya gelemeyen iki kavram… Bildiğimiz bir şeye inanmamız ya da inandığımız bir şeyi bilmemiz mümkün değil. Bir tarafta akıl, mantık, analitik düşünce öte yanda duygular, tutkular, soyut, spiritüel düşünceler… Spinoza duyguların bizi tutsak ettiğini düşünerek tercihini akıldan yana yapıyor.
-Senin Spinoza’ya tam anlamıyla katılmadığını hissediyorum sanki. Sen ondan farklı mı düşünüyorsun?
-Aslında düşüncelerimle ona yüzde yüz katılıyorum, ancak şu soru da pusuda bekliyor: Acaba bu ritüellere ,törenlere, geleneklere ihtiyaç mı duyuyoruz?
-Ne demek istiyorsun?
-Aidiyet duygusundan, bütünün bir parçası olmaktan söz ediyorum. Hiçbir dinsel, sosyal, duygusal bir bağın olmadığı bir yaşam düşünülebilir mi? Kendi adıma ben kendimi bu bağlardan ayrı düşünemiyorum. Daha özgür olmak adına mutluluk ve huzurdan vazgeçmek ağır bir bedel gibi geliyor bana…
-Mutluluk körü körüne inanmaktan mı geçiyor?
-Demek istediğim elbette bu değil. Sorum şu:
Özgürlük bağları kesip atmak mı yoksa o bağlar içinde kendi gerçeğini oluşturmak mı?
Seninle yaptığımız tartışmanın benzerini romanda Spinoza arkadaşı Franco ile yapıyor. Franco özgür düşünceli fakat dinin gereklerini de yerine getiren biri… Romanın sonuna doğru Spinoza’nın şu cevabı onları ortak paydada buluşturuyor.
‘Eğer ritüeli doğamızın buna ihtiyaç duyan tarafını doyurmak için yeterli ölçüde kullanmamız ama bizi köleleştirecek kadar kullanmamamız gerektiğine inanıyorsan seninle hemfikiriz’
-Dediğin kadar varmış. Oldukça düşündürücü bir roman. Bu keyifli sohbet için teşekkür ederim. En yakın zamanda okuyacağım.
-Sen de okuduktan sonra yine konuşuruz, görüşmek üzere…