Kendimle kalmayı seçtiğim günlerden biriydi… Kütüphanemdeki bir kitap bana sesleniyordu sanki… Uzun zamandır rafımda durmasına rağmen okuma fırsatım olmamıştı. O gün çağrısına kulak verdim ve kitabı elime aldığımda bir solukta bitiriverdim. Okurken not aldığım bir cümle şöyle:
‘Görünen her şeyin gerisinde daha engin bir şey vardır; her şey kendinden başka bir şeye açılan bir yol, bir kapı, bir pencereden başka bir şey değildir’
Bu cümle beni yıllar önce çok etkilenerek seyrettiğim başrolü James Stewart’ın oynadığı bir filme götürdü:
Yaşadığı hayal kırıklıkları ve işlerinin kötüye gitmesiyle biriken borçlar Stewart’ı intihar etmeye sürükler. Bir gece nehrin kıyısındaki bara gidip iyice sarhoş olduktan sonra kendini köprünün üzerinden atar. Stewart sulara düşerken karanlık göklerden bir konuşma duyulur. Tanrı meleklerinden birini bu adama yaşama isteği vermekle görevlendirir. Tümüyle çaresiz, borçlar içinde yüzen, dünyayı gezmek isterken küçük bir kasabaya sıkışıp kalmış bu adama yaşamı sevdirmek ve onu intihardan vazgeçirmek!
Polis Stewart’ı sulardan çıkarırken melek yeryüzüne iniyor, onu kendini sulara atmadan önce bulunduğu bara götürüyordu. Ancak o anda her şey çok farklıydı. Kimse Stewart’ı tanımıyordu. Kasaba korkunç haldeydi. Eski bir okul arkadaşı fahişelik yapıyordu. Kilisenin bahçesinde erkek kardeşinin mezarı durmaktaydı. Her yer serserilerin toplandığı bir batakhane olmuştu. Stewart ne olduğunu anlamaya çalışırken melek ona anlatmaya başladı:
-Sen hayatına son vermek istedin ya, ben daha iyisini yaptım, hiç bu dünyaya gelmemiş gibi oldun… Sen olmamış olsaydın ne olacaktı gör… Dokuz yaşındayken kardeşin kuyuya düşmüştü ve onu kurtarmıştın, sen olmayınca onu kurtaracak kimse de olmadı… O çocukken öldü. Sınıf arkadaşın bir gün çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir yer yoktu, ona borç verdin, sen olmayınca o gece kendini sattı ve sonra fahişe olarak kaldı.
-Kasaba niye böyle bakımsız ve korkunç?
- Babanın yerini aldıktan sonra kooperatifler kurup, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti. Sen olmayınca o binalar yapılmadı, kasaba bakımsız kaldı, o inşaatta çalışıp para kazanan birçok insan serseri oldu.
Stewart bir insanın farkına varmadan ne kadar çok başkalarının hayatına değdiğini, o kadar manasız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu kavrar ve intihardan vazgeçer.
Gerçek yaşamda da benzer durumlarla karşılaşmıyor muyuz? Yaşanan olaylar arasında çoğu zaman görünmeyen bağlantılar var sanki... Bu durumu irdelemeye kafa yorduğumuzda önemsiz gibi görünen etkilerin neleri değiştirdiğini fark edebiliyoruz. Tıpkı dünyanın bir ucunda kanat çırpan bir kelebeğin çok uzaklarda bir kasırgaya sebep olabilmesi gibi… Kelebek etkisi adı verilen bu teori abartılı gibi gözükse de yaşamda yer alan her canlının veya olayın mutlak bir anlamı, gerekliliği olduğuna ve birbirlerinden etkilendiklerine işaret etmekte…
Kimi zaman bazı anları hiç yaşamamış, birtakım insanları hiç tanımamış olmayı isteriz. Yaşam her daim kartlarını açık oynamadığından yaşananların sonraki zamanlara olan etkilerini fark edemeyebiliriz. Ya da kendimizi yararsız, değersiz görüp bunalımın eşiğine sürükleniriz. Hayal kırıklıkları ile dolu hayatımızda neden istediklerimizin gerçekleşmediğini merak ederiz.
Eğer Tanrı meleklerinden birini bize gönderse ve tüm isteklerimiz gerçekleştiğinde nasıl bir yaşamımız olacağını gösterse belki de tüm hayal kırıklıklarımıza ve bizi zorlayan insanlara başka bir gözle bakardık. Hatta o melek bizsiz bir hayatın nasıl olacağını gösterseydi varlığımız farklı bir anlam kazanırdı diye düşünüyorum.
Bir gün, uzun süredir suskun kalmış bir kitap, size de seslenebilir!