Geçen gün piyanoda bir parçayı çalışırken özellikle çok yavaş çaldığım bir bölümün ne kadar etkileyici olduğunu fark ettim.
Yaşamla ilişkilendirdiğimde şunları düşündüm: Çoğu zaman günler öyle telaşlı geçiyor ki gaza basıp son sürat giderken gördüğümüz yerlerin büyüsünü kaçırabiliyoruz. Piyanoda çaldığım bölümdeki gibi bazen ayağımızı gazdan çekip, yavaşlamak, soluklanmak gerek sanki… Kendimizi görünür kılmaya çalışırken etrafımızdakileri görünmez hale sokabiliyoruz.
Kimi zaman etkin hissetmek, fark edilmek, onaylanmak veya işe yaramak dürtüsüyle etrafımızdakileri etkisizleştirebiliyoruz. Bunu çoğu zaman karşımızdakine faydalı olabilmek adına yaptığımızı sanıyoruz. Onların hayatını kolaylaştırmanın, sorunlarına çözüm bulmanın, ne yapacaklarını söylemenin veya akıl vermenin işe yaradığı yanılgısına düşebiliyoruz.
Evlilik ilişkisinde eşlerden biri ne kadar aktif ve dominant ise diğeri tam aksi rolü üstlenmek durumunda kalabiliyor. İş hayatında inisiyatif veremeyen, gücü elinde tutmak isteyen bir patron, yanında çalışanların seslerini duyurmalarına, karar alıp harekete geçebilmelerine engel olabiliyor.
Her şeyi kontrol edebildiğini sanıp, çocuklar henüz sorun yaşamadan onları korumaya çalışan, karar alma süreçlerinde oldukça etkili olan anne-babalar farkında olmadan çocukların gücünü ellerinden alabiliyor. Onların olası sorunlarla baş edebilmelerine, olumlu ya da olumsuz seçimlerinin sorumluluğunu alabilmelerine fırsat tanımadıklarında çocukların bireysel gelişimleri eksik kalabiliyor. Katıldığım bir seminerde Yankı Yazgan’ın ebeveynlik tanımı çok ilgimi çekmişti.
Anne- baba olmayı kendini lüzumsuzlaştırma olarak tanımlamıştı. Çocuklarım büyürken bu sözün günden güne benim için ne kadar anlamlı olduğunu görebiliyorum.
Koçluk seanslarımda da benzer durumlar çıkıyor karşıma. Geri planda durduğum, konuşmaktan çok dinlemeyi seçtiğim zamanlarda etki alanım daha çok genişliyor. Dışarıdaki gürültü kesildiğinde içten gelen sesler kendini duyurmaya başlıyor. O zaman bize ait olan cevaplar ortaya çıkıyor ve yönümüzü bulmamızı sağlıyor. Böylece içsel gücümüzün farkında olarak yola devam ediyoruz.
Bir de güçlü görünmek adına, kırılgan, hassas, zayıf yanlarımızı ne kendimize ne de başkalarına genellikle göstermemeyi seçeriz. Oysaki kendileriyle dalga geçebilen, eksikliklerini, zaaflarını açıklıkla dile getirebilen insanlar hem saygı hem güven uyandırır. Hatta böyleleri karşısındakine de olduğu gibi olma cesareti verir, onlarla birlikteyken kalkanlarımızı, maskelerimizi kaldırır, en gerçek halimizle iletişim kurarız.
Sözün özü, yeri geldiğinde bilinçli olarak gücü bırakabilmenin, bir adım geride kalarak etkin rolden çıkabilmenin ve zayıflıklarımızı ortaya koyabilmenin farklı bir gücü var diye düşünüyorum.