- Yazmaktan vazgeçecek gibi hissediyorum bazen; beğenmiyorum yazdıklarımı, kalemimin kilitlendiğini düşünüyorum, zorlama oluyor bir şeyler sanki…
- Ben sana katılmıyorum. İçini istediğin gibi doldurma özgürlüğüne sahip olduğun bir sayfa sana ait. Kimi zaman mecburiyet gibi gözükse de bu sorumluluk seni üretmeye, düşüncelerini yazıya dökmeye teşvik ediyor. Yazdıkça kendini geliştirebilirsin ancak, bunun önüne geçmeye hakkın yok!
- Piyano dersi, yoga, tenis, yazma uğraşı, kitap kulübü, bitmeyen arkadaş toplantıları… Yaşamını bin bir çeşit sosyal aktivitelerle dolduruyorsun. Dolayısıyla iş hayatı içerisinde kendine tam anlamıyla bir yer edinemiyorsun. Üstelik bu kadar alana bölününce hiçbir şeyde uzmanlaşamıyorsun. Yakın çevrendekiler de bu konuda hemfikir, senin bu kadar yoğun olmanla dalga bile geçebiliyorlar zaman zaman…
- Bu da benim seçimim. Hobilerimin veya arkadaşlarımın yaşamımın renkleri olduğunu düşünüyorum. Her biri benim farklı bir yanımı besliyor. Bir alanda uzman olmak gibi bir iddiam yok. Herkesin fikrine açığım ve saygı duyuyorum ancak başkalarının onayına ihtiyaç duymuyorum.
- Bazen fazla bencil ve ben –merkezci davranıyorsun. Kimse umurunda olmuyor. Vakit ayırmak zorunda olduğun insanlar var.
- Keşke herkes birbiriyle gerçekten istediği için, bir koşula veya beklentiye bağlı kalmadan bir araya gelse… İlişkiler çok daha samimi olur, geçirilen zaman çok daha keyifli hale gelir. Ben hiçbir şeyi olması gerektiği ya da ‘yapmalıyım’ düşüncesiyle değil, kendi seçimim ve isteğimle yapmayı tercih ediyorum. Buna sen bencillik diyebilirsin, ben kendimi ve yaşamı sevmek diyorum. Kendimi sevmeden başkalarını nasıl sevebilirim, yüreğimde ne varsa karşımdakine onu verebilirim.
- Yaptığım her şeye bir anlam verme çabası var bende. Bitmeyen bir sorgulama hali… Sanki yaşadığım her an bir şeye hizmet etmeli, fark yaratmalı… Geriye dönüp baktığımda benden kalan, benim yarattığım bir şeyler olmalı.
- Neden geriye baktığını anlamıyorum. Ne yaparsan yap yaşam geçip gidiyor, çok az insan yaşadığı anın tadına varabiliyor. Artık benim için tek ölçüt içinde bulunduğum anın bana ne hissettirdiği… Eğer mutluluksa duyumsadığım, daha ötesini aramayı bıraktım. Yaşadığım an kendimi mutlu, huzurlu, doyumlu hissettirmeye hizmet ediyor, daha yüce bir görev düşünemiyorum.
- Çocuklarıma karşı sakinliğimi koruyamayıp, öfkemi kontrol edemediğimde kendime kızıyorum.
- Her daim sakin olmaya çalışmak, sinirlenmemek olası değil, hatta insani değil. Önemli olan tüm duygularının farkında olup, tüm doğallığıyla sonuna kadar yaşayabilmen… Hiçbirimiz robot değiliz, her türlü duygu içimizde mevcut. Bütün mesele, öfkemizin bizi kontrol edip, ilişkilerimizi yıpratmasına izin vermemek.
Gün içinde birbiriyle çelişen ne çok sesler yükseliyor içimizden… Hangisine kulak vermeli? Sanki farklı karakterlerde kişiler konuşuyor, güç savaşına giriyorlar, kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Soruyorum kendime, hangisi ben diye? Düşünürken, yanıtlar birbirini bastırmaya çalışıyor! Derinlerden boğuk bir ses duyuyorum: ‘Hepsi sensin!’ O ses konuşmasını sürdürüyor: ‘Kendini bütün hissetmek demek tüm olumlu ve olumsuz duyguların bir arada olduğunu kabul etmek, ortaya çıkmalarına izin vermektir.’
Yoksa bu sesler bizi bize mi anlatmakta?