19. yüzyılın ünlü İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’un bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyormuş. Hunt’ın Evrenin Işığı adını verdiği bu tabloda, gece elinde bir fenerle bahçede duran bilge görünüşlü bir adam varmış. Adam öteki eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyormuş. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt’a sormuş:
-Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da…
Hunt gülümseyerek şöyle yanıtlamış:
-Adam’ın vurduğu sıradan bir kapı değil. Bu kapı, yüreği simgeliyor; ancak içeriden açılabildiği için dışında bir kol gerekmiyor.
Ressamın yanıtı kapı simgesi üzerine düşündürdü beni.
Kapımızı hangi yeniliklere, değişimlere, farklı fikirlerle açık tutuyoruz? O kapıyı açmamızı sağlayan ne?
Ya da kimi zaman bizi o kapıyı açmaktan alıkoyan ne?
Başarısızlık korkusunun ve geçmişten gelen inançların etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum.
Antony Robbins kitabında inancı ‘ bir konuda emin olma durumu’ olarak tanımlar. Bununla ilgili verdiği örnek ise şöyle: Bir fikri, ayakları olmayan bir masanın yüzü gibi düşünün. O fikri destekleyecek referans noktaları yani deneyimlerimiz masanın ayaklarını oluşturur. Dört ayağı da yere sağlam basan masa inanca dönüşür.
Zeki, başarılı, cesur olduğumuza dair bizi güçlendiren inançlar kapıyı açmamıza izin verirken, yeterince iyi olmadığımız, başaramayacağımız gibi güçsüzleştiren inançlar kapıyı açmaktan alıkoyabiliyor.
Yerleşik bir inanç değişebilir mi?
İnançlarımızı sorgulamaya başladığımızda emin olma durumundan uzaklaşmaya başlarız. Fark ederiz ki birçok inanç yanlış varsayımlara dayalı olarak bilinçaltımıza yerleşmiştir. Böylece yavaş yavaş masanın referans ayakları sallanmaya başlar.
Kimin yazdığını anımsayamadığım bir cümle söylemek istediklerimin tam karşılığı aslında:
‘Değişim ancak içeriden açılabilen bir kapıdır’
Eğer açmak istersek, açmaya hazırsak….
Yok değilsek kapalı kapılar ardında kalmayı sürdürmeyi seçeriz. Bu durumda başkalarının kapımızı açma çabaları boşuna bir uğraş olmaktan öteye geçemez.
Bir de kapının dışında kalanların gözüyle bakarsak neler görürüz?
Bir kapıyı çalmaya yeltenmezsek o kapının açılıp açılmayacağını hiçbir zaman bilemeyiz. Kim bilir çalınmayı bekleyen nice kapı kapalı kalmayı sürdürmektedir. Bir adım atsak, biraz çabalasak, önyargılarımızı bir kenara koyabilsek fırsatların teğet geçmesine izin vermeyeceğiz.
Öykümüze geri dönersek, bir kapı olarak simgelenen yüreğimizi en çok kime veya neye açıyoruz?
Çoğumuzun ortak yanıtını duyar gibi oluyorum:
- Sevgiye!..
Sevginin sıcaklığını içimizde duyumsadığımız anlara kapımız her daim açık oluyor.
Yüreğimizin gözü belki de gerçeği daha iyi görüyor. Bu konuda Osho bir yazısında şöyle diyor:
‘Ortada bir sorun olduğunu hissettiğinde yüreğinin içine bak. Rahat hissediyorsan doğru yoldasın. Yüreğin senin pusulandır. O rahatsız olmuşsa demek ki yolunu değiştirmen gerekiyor.’
Evrenin ışığını boşuna dışarıda aramayalım:
O ışık her birimizin içinde, yüreğinde…