İtalyan yazar Luciano düşünce suçlusu olarak 17 seneliğine bir hücreye mahkum edilir. Günler geçtikçe yalnızlığı dayanılmaz bir hal alır. Bir sabah bir karıncanın burnunu ısırmasıyla uyanır. Onu büyük bir titizlikle parmağının ucuna alıp konuşmaya başlar.3 sene boyunca onunla konuşur, dertleşir. Bir isim bile takar karıncaya: Tito. Bir sabah Tito’nun konuşmasıyla Luciano sevincinden göklere uçar. Artık bir dostu vardır. Ona konuşmayı, okumayı, yazmayı, dans etmeyi, şarkı söylemeyi, fikir üretmeyi öğretir. Tito’nun varlığı onun en büyük sırrıdır. Aradan 17 yıl geçer ve gardiyan gelip ertesi gün çıkabileceği haberini verir. Sabaha kadar Tito ile gülüşüp hayal kurarlar. İlk istedikleri çıkınca bir barda özgürlüklerini kutlamaktır. Gün ışığına kavuştuklarında neşeyle bir bara girerler. Luciano barmene iki bira ısmarlar. Omzundaki dostunu gelen bardağın içine atar. Birdenbire Tito bardaktan fırlayıp dans etmeye başlar. Luciano büyük bir hayranlıkla kendi yetiştirdiği dostunun dansını izler. İçinden bu büyük sırrını biriyle paylaşmak geçer. Barmeni yanına çağırır ve dans eden Tito’yu işaret ederek, büyük bir heyecanla, ‘şuna bir bak…’ der. Barmen sessizce parmağını Tito’nun üzerine götürür ‘çok affedersiniz beyefendi’ diyerek karıncayı ezer.
Barmen için sıradan olan bir karınca; Luciano’nun Tito’su, yaşama sevinci, en büyük dostu. Birisi için övünç diğeri için utanç kaynağı…
Yaşamınızdaki en önemli değerlerinizi sorsam ilk aklınıza gelen ne olurdu acaba?
Geçen gün bu soruyu bir grup insana sordum. Hepsinin en önem verdikleri bir diğerinden farklıydı. Öne çıkan kavramlar aile, sağlık, sevgi, başarı, itibar, mutluluk, özgürlük, tutku, aşk… Her birinin yaşam öyküsü gerçekten ortaya koydukları değerleriyle ilintili… Attığımız birçok adımı, verdiğimiz her kararı bu değerlerin bizdeki hiyerarşisi etkiliyor. Sözü edilen kavramların her biri bizim için önemliyse de bazılarını elde edebilmek için daha çok şey yapıyoruz. Günlük yaşantımızdan somut örnekler vermek gerekirse, kimimiz bir çantaya, bir diğeri sanat eserine, bazıları bakım kremlerine, kimileri marka giyinmeye daha fazla harcayabilmektedir. Bunların hepsi ardında beslediği duygu durumuyla ilişkili…
Savaşlarda şehit düşen askerler vatan sevgisi uğruna canını feda ederken, haksız yere hapse giren bir mahkum onuru için yaşamına son verebiliyor. Özgürlüğünden hiçbir şekilde ödün vermeyen yalnızlığı seçerken, güvence arayan, yalnızlıktan kaçan özgürlüğünü feda edebiliyor.
Mel Gibson’un Cesur Yürek filminde işkence gördüğü son sahneyi hatırlar mısınız? Acısını dindirmek için pes etmesi doğru yoldan sapmış olduğunu kabul etmesiydi. O ise en büyük fiziksel acılar karşısında bile ‘Özgürlük’ diye bağırdı.
Ne olura olsun ödün vermem diyebileceğiniz, rahatınızdan vazgeçmeyi göze alabileceğiniz değerleriniz var mı?
Bu değerleri kabul ederken neleri baz alıyoruz?
Bana kalırsa yaşadığımız çevre, ait olduğumuz kültür, eğitim seviyemiz, yetiştirilme tarzımız en büyük etken olsa da bulunduğumuz koşulların gerektirdiği ihtiyaçlar öncelikli değerlerimizde belirleyici olmakta aslında. O yüzden mutlak doğru diye bir kavramdan söz etmek olası değil. Yine de çoğu zaman karşımızdakini kendi penceremizden yargılıyor, bizim gibi düşünmediği zaman yadırgıyoruz. Değer yargılarımızın çatıştığı noktada kavgaların, gerginliklerin yaşanmasına izin veriyoruz.
Oysa ki hepimizin bir Tito’su vardır!