Yaşam-tavla ilişkisi
Tavla oynarken atılan her zarın ardından yapılacak hamle için bir çok olasılıktan birini seçeriz. O an için mevcut koşullar altında en doğru kararı vermeye çalışırız. Ancak karşı tarafın attığı bir sonraki zar biraz önce doğru sandığımız oyunumuzu tersine çevirebilir. Ya da son derece anlamsız, yanlış gözüken bir hamle oyunun seyrini değiştirip, kazanmamızı sağlayabilir. Tıpkı yaşamda olduğu gibi! Her an karşımıza yol ayrımları çıkabiliyor. Yönümüzü nereye çevirirsek, istikametimizi belirliyoruz, ancak ulaşmak istediğimiz noktada ne kadar etkili olabiliyoruz? Hangi yolun bizim için daha iyi olacağını önceden bilebilmemiz mümkün mü? Birini seçerken birinden vazgeçiyoruz. Yanlış bir karar uzun vadede bizim için çok olumluya dönebilirken, emin olduğumuz doğruluğuna inandığımız bir seçim bizi büyük yanlışlara sürükleyebiliyor. Kimi zaman tavlada veya yaşamda kaybeden taraf olsak da oynamaktan aldığımız haz kazanmanın önüne geçiyor, ya da yaşadığımız deneyim bize önemli ölçüde ışık tutabiliyor.
Gün içinde önemsiz gibi görünen birçok seçim yaşamımızı şekillendiriyor. Kararları biz veriyoruz gibi gözükse de sonucu etkileyen birçok etmen söz konusu… Karşımıza çıkan insanlar, rastlantılar, elimizde olmayan durumlar ve en önemlisi şans faktörü. Neye göre veriyoruz kararlarımızı? Hiç düşündünüz mü diğerini seçsem ne olurdu diye? Rastlantının Böylesi adlı filmi hatırlarsınız belki… Başroldeki karakterin, merdivenden koşarken önüne çıkan bir çocuğa ayağının takılmasıyla yetişmeye çalıştığı trenin kapıları yüzüne kapanır. Bir saniye gecikmeyle kaçırdığı trene binebilseydi nasıl bir yaşamı olacaktı? Bambaşka iki hayat, iki ayrı son… Benzer örnekleri yaşam içinde de bulabiliriz. Engel sandığımız nice durumların bize birçok yol açtığına, küçük şeylerin ne kadar büyük etkisi olduğuna tanık olmuşuzdur. Bu nedenle doğru ya da yanlış diye kesin bir ayrım yapabilmemiz olası değil. Karşımıza çıkan her ne ise bizim için en iyisi olduğuna inanmayı seçmek daha güvenli, huzurlu bir yaşamı getirecektir diye düşünüyorum. Merdivendeki çocuk boşuna çıkmadı o kadının karşısına, bir anlamı olmalıydı öyle değil mi?
Mavi Orman
İnsan hayatının dönüm noktaları var. O andan itibaren hiçbir şey önceki gibi olmaz. Acı bir tecrübe, bir kitap ya da bir insan, ya da bir gece, öncesini sonrasından ayıran bir olay miladı belirleyebilir. Mavi Orman adlı romanda Defne Suman yoga yapan ve bunu yaşam biçimi haline getiren kendisinin hem içsel hem de ülkelerarası yolculuğunu anlatıyor. Yoga ile birlikte yaşadığı farkındalıkları, yaşama bakışındaki değişimi çok güzel ifade ediyor. Yoga yaparken sağlam durmayı yaşam içinde şöyle açıklıyor: ‘Direncini korumak, sinirlenip üzüldüğümüz ve kendimizi kesinlikle çok haklı veya mağdur bulduğumuz durumlarda sakin, dengeli, serinkanlı ve gerçekçi kalma becerisi…’ Yazar bizleri bazı Sanskritçe terimlerle de tanıştırıyor. Santoşa demek şu anı yargısız, belli bir anlam yüklemeden, değiştirme ihtiyacını hissetmeksizin olduğu gibi kabul etmek… Aparigraha ise yapışmamak, sahiplenmemek, sadeliğe davet… Satya; kendine karşı dürüst olmayı ifade ediyor. Yalan söylememek değil, yalan anlarında kendimizi fark edip, birini veya kendimizi kandırdığımızı kabullenmek…
Yoga, yaşam koçluğu, kuantum, nlp, reiki gibi içsel enerjimizi fark etmeye ve bunu doğru kullanmaya yardımcı olan tüm bu çalışmalar kendimizi daha iyi tanımaya ve yaşamımızı daha sağlam bir zemine oturtmamıza hizmet ediyor. Böylece daha özgür, daha sahici, korkunun değil sevginin yer aldığı bir yaşamı kucaklıyoruz.
Taraf mı Araf mı?
Son zamanlarda aklımın sınırlarını zorlayan, neyle açıklanabileceğini bilemediğim durumlar çıkıyor karşıma. Tarot, fal ,meleklerin varlığı… Sadece inanca dayalı, hiçbir gerçekliği olmayan safsata diye nitelendirebileceğim durumlar… Ancak öyle bir düzen var ki sanki, neyin varlığını inkar edip, reddediyorsam bir şekilde karşıma çıkıp bir ders vermek ister gibi yüzünü gösteriyor. Ya da son derece emin olduğum ,hiçbir kuşkuya yer vermediğim durumlar yanıltabiliyor. Şunu anladım ki ne sıkı sıkıya tutunmalı ne de olduğu gibi reddetmeli. Bir tarafta değil arafta kalmalı yani… Her duruma, fikre, yeniliğe açık olabilmek, bir kalıba girmeden esnek kalabilmek…
Tüm kavgalarımız, savaşımımız bir tarafta yer almamızdan değil mi?
Farklı bir deneyim
Yolum Kaz Dağlarındaki Hızır kamptan geçti bu yaz. Sadece havası , manzarası ve pırıl pırıl nehriyle bile insanı büyülemeye yeten bu yerde bir de meditasyon deneyimi yaşadım.
Neler mi hissettim?
Zihni bedenden ayırabilmenin güçlüğünü…
Bir şey yapmanın değil yapmamanın zevkini…
Kendini dişi, erkek ve çocuk yanınla bir bütün olarak görmeyi ve olduğu gibi kabul etmeyi…
Bastırdığın, ifade edemediğin duyguların seni nasıl sıkıştırıp, olumsuz etkilediğinİ…
Bilmenin değil olmanın bir şeyler değiştirdiğini…
Tanımadığın insanlara yargısız, sevgiyle yaklaşabilmeyi…
An’ı yaşamak
Geçmişin özlemleri, pişmanlıkları ve geleceğin kaygıları arasında gider geliriz. Neden bu kadar zordur yaşadığımız şu an’a sahip çıkabilmek,hiçbir şey düşünmeden şu an’a yoğunlaşabilmek? İngilizce’de ‘present’ sözcüğü hem armağan hem de şimdiki zaman anlamına gelmektedir. Yaşadığımız her an bize sunulan bir armağan, bunu farkında mıyız? Sürekli bir telaş, koşuşturma , her yere yetişme kaygısı içindeyiz sanki… hep bir sonraki öğünü,bir sonraki buluşmayı, bir sonraki seyahati planlamakla geçiriyoruz vaktimizi…bir şey yapmadan oturuyor olmak suçluluk veriyor,böyle öğretilmiş bizlere… Bulunduğumuz anın tadını çıkarmak, etrafımızdaki güzellikleri fark edebilmeye odaklanmak, kendini, doğayı dinlemek makbul görülmüyor. Oysaki tek gerçek olan yaşadığımız an o denli hızla akıp gidiyor ki… Geçmiş, içinde binlerce, milyonlarca an’ı barındırıyor. Kim bilir ne kadar değerliydi her biri, geçmişin boşluğunda birer düş şimdi…
Yaşam dersleri adlı kitapta bu konudan şöyle söz eder: ‘Bunun gibi hayatınız olmayacak. Bu rolü bir daha asla oynamayacak ve bu hayatı size verildiği gibi asla yaşamayacaksınız. Bu hayatta tam da bu koşullar altında; bu biçimde anne-babalar, çocuklar ve ailelerle bir daha asla yaşamayacaksınız. Bu arkadaşlara hiç sahip olmayacaksınız. Bu zamanda tüm harikalarıyla birlikte dünyayı bir daha asla yaşamayacaksınız. Okyanusa, gökyüzüne, bulutlara iyi bakın’